top of page

DENIS VILLENEUVE SİNEMASI VE ‘INCENDIES’

  • Yazarın fotoğrafı: Gözde Dikmen
    Gözde Dikmen
  • 20 Şub 2023
  • 3 dakikada okunur

Son yıllarda başarılı yapımlarla, adı sıklıkla duyulan yönetmenlerden birisi Denis Villeneuve. 1967 Kanada doğumlu yönetmen, aslen Fransız. Sinemaya olan tutkusu o kadar büyük ki Fen Bilimleri okurken öğrenimini yarıda bırakıp sinema eğitimi almış.

Yönetmenlik kariyerine 1994 yılında çektiği, ‘Rew FFWd’ adlı, 31 dakikalık kısa dokümanter filmle başlamış ama onu uluslararası arenada tanıtan ilk film, 2010 yılında çektiği 4.uzun metrajlı filmi ‘Incendies’. 2013 yılında çektiği ‘Prisoners’ filmi ile de Hollywood’un kapıları ona açılmış oldu.


Filmlerini, ele aldığı konular yüzünden tek bir çatı altında toplamak zor olduğundan, Villeneuve sinemasını, anlatım tekniği çerçevesinde konuşmak hem daha, kolay hem de sinemasal anlamda daha doğrudur. Onun filmlerinde, genelde karmaşık bir biçimde dizayn edilmiş, tek bir çizgide ilerlemeyen kurguya, çok katmanlı olaylarla oluşturulmuş senaryo mantığına, felsefenin içinden beslenen güçlü metaforik yapıya sıklıkla rastlanır. Filmleri tesadüflerle kaplıdır ve sürpriz bir sonla çözüme ulaşır.


Villeneuve, filmlerini, gerilim atmosferi üzerine kurar, kamerasının konumuyla bu atmosferi ve içindeki tekinsizliği, seyirciye oldukça başarılı bir şekilde geçirir. Bunun yanında merkezde yer alan gizem, çoğunlukla uyumsuz renklerle inşa edilen film dili üzerinden de verilir. Hikayelerinin perspektifini, genellikle karakter ile sınırlı tuttuğu için, olaylar karakterlerin yaptıkları üzerinden öğrenilir. Bu sayede seyirciyi karanlıkta tutar ve gerilimin artmasını sağlar, kullandığı uyumsuz renk paletiyle de bu hissiyatı iyice pekiştirir. Filmlerinin geçtiği mekanlar, orada yaşamış veya gelip geçmiş insanların iz düşümüdür, mekanları, kendi deyimiyle ‘yaşayan organizmalar’ olarak görür.


Denis Villeneuve’ün ‘Çelişki ve paradoks içinde hakikati bulabilirsiniz.’ sözü onun sinemasının özetiyken, ‘Incendies’ filminin de tanıtımı gibidir.

YÜREKLERİ YAKAN ‘YANGIN’…

(Dikkat spoiler/sürpriz bozan içerir.)


‘Insendies’ İngilizce gibi görünse de aslında Fransızca bir kelime ve ‘Yangın’ anlamına geliyor. Film, zihin karmaşası içinde, ismine yakışır bir şekilde yürekleri yakan bir ‘Yangın’…


O yıl ‘Toronto Film Festivali’nde ‘En İyi Film’ seçilen, ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ kategorisinde Oscar adayı olan film, Lübnanlı oyuncu, tiyatro yazarı, yönetmen Wajdi Mouawad’ın ülkemizde de sahnelenen aynı adlı oyunundan uyarlanmış. Villeneuve senaryoyu, Valérie Beaugrand-Champagne ile birlikte yazmış.


Film, milisler tarafından saçları tıraş edilen, topuğu dövmeli çocuğun bakışları ile başlar, fonda ise Raidohead’in ‘You and Whose Army’ şarkısı çalmaktadır. Bu etkileyici ilk sahneyle yönetmen, filmin sert geçeceği konusunda seyirciyi adeta uyarmaktadır.


Orta Doğu’dan Kanada’ya göç etmiş, Nawal Marwan (Lubna Azabal), vasiyetinde, ikiz çocukları tarafından istediği yerine getirilmezse, kimsenin bilmediği bir yerde, ters ve mezar taşı olmadan gömülmek istediğini bildirir. Bu istek, 2 mektubun sahiplerine ulaştırılmasıdır: Babalarına ve ağabeylerine…Bu şok edicidir, çünkü babaları savaşta ölmüştür ve bir ağabeyleri yoktur.


İkizlerden Simon (Maxim Gaudette) öfke içinde bu istediği reddetse de, Jeanne (Mélissa Désormeaux-Poulin) hem annesinin vasiyetini yerine getirmek, hem de kendi merakı üzerinden önündeki bu gizemi çözmek adına, hiç bilmediği bir hayatın içinde yola koyulur.


YOLCULUK…


Jeanne’nın yolculuğu aynı zamanda annesinin yolculuğudur. Bu yolculuğu, 11 başlık ile aktaran yönetmen, katmanlı olarak, gidilen yerler üzerinden sürekli flashback/geriye dönüşlerle Nawal’ın hayat hikayesini veriyor. Jeanne, fiziksel olarak annesine oldukça benzer bir karakterdir, hatta ilk sahnelerde yönetmenin kurgusunun henüz tam olarak idrakinde değilken, bir an için aynı karakteri izliyormuş hissi yaratılıyor. İki kadının birbirine benzerliği ve giydikleri kıyafetlerin oldukça yakın olması, başarılı olan ani geçişler sırasında, karakterlerin bütünleşmesini sağlayarak, anlam derinliği oluşturuyor. Kızın annesinin hayatıyla ilgili gerçekleri bulma çabası, onunla bu fiziksel bütünlüğe geçişi de sağlıyor ve adeta iki bedenden tek bir hayat çıkıyor.


1+1=1 EDER Mİ?


Simon başlangıçta bu yolculuktan uzak dursa da, belki merakından belki de kendi dediği gibi sadece Jeanne’ı bulmak adına kısa bir süre içinde bu gizemin içine dalar. Jeanne’nın geldiği noktada, öğrendikleriyle, birlikte yaşadıkları şokun ardından, bu sefer son gizeme yaklaşmak Simon’un görevidir yani Jeanne’ın da dediği gibi sıra ondadır.


Filmin başlarında matematikçi olduğunu öğrendiğimiz Jeanne’ın, asistanlığını yaptığı profesörün sözleri olay örgüsünü anlatır niteliktedir: ‘Şu âna kadar matematiğin kesin ve kati problemlere kesin ve kati cevaplar verdiğini düşünüyordunuz. Şu anda bambaşka bir maceraya adım atmak üzeresiniz. Konumuz, sizi sürekli çözülemeyen, sizi başka problemlere götüren, çözülemeyen problemler olacak. Çevrenizdekiler daima umutsuz bir şeyin peşinden koştuğunuzu iddia edecek. Uğraştığınız konular aşırı karmaşık olduğu için tutunacak bir dalınız da olmayacak. İşte yalnızlığın vatanı halis matematiğe hoş geldiniz.'' Burada kökeninin çözülememiş sırlarla dolu olduğu düşünülen ‘Colattz Teoremi’ne gönderme yapılmaktadır: Her tam sayı, eninde sonunda 1’e indirilebilir yani 1+1=1 olabilir. Bu teoremle, Simon’un öğrendiği gerçek arasında şok eden bir bağ vardır. Gerçek bize daha açıklayıcı şekilde verilirken, Simon, Jeanne’a gerçeği 1+1 hiç 1 eder mi? sözleriyle anlatır.


Zaman vermese de ve hikayenin geçtiği mekanlar kurgu olsa da, aslında bir çok dinden insanın yaşadığı Lübnan’da geçtiği muhtemel olan ‘Incendies’, herkesin herkese karşı savaştığı, iç savaşın yorduğu bir ülkenin yaralarına bakabilme cesaretini de taşıyor.

Yönetmen, bir kadının trajedisinden oluşturduğu bu hikaye üzerinden, sevgi, nefret, savaş, intikam, cinayet, tecavüz gibi kavramları irdeliyor ve bunu yaparken tüm sinemasal kodlarını kullanarak güçlü bir etki bırakıyor.


Finaliyle, sinema tarihinin en vurucu sahnelerinden birine imza atan Denis Villeneuve, özellikle sahne geçişleri, yakın plan kadrajları ile duygu yoğunluğu oluşturması, Orta Doğu hikayesine ter düşecek şekilde, Radiohead müziklerinin seçilmiş olması ve seyirciyi gördüğü trajedi karşısında, ağır buhranlara sokarak ağıt yakmak yerine tercih ettiği ‘sadece TANIK OLUN’ anlatımı (ki buna rağmen karna yumruk yeniyor) ‘Incendies’filmini unutulmaz filmler arasına sokmayı başarıyor.


*Bu yazı Gözde Dikmen tarafından yazılmıştır ve izin almadan kullanılmamasını rica ederiz.

Comments


© 2020 by Yalın Sinema

bottom of page