GREEN BOOK
- Gözde Dikmen
- 13 Şub 2021
- 3 dakikada okunur
(Dikkat spoiler/sürpriz bozan içerir.)
Yönettikleri ‘Dumb and Dumber’ (1994), ‘There’s Something About Mary’ (1998), ‘Me, Myself & Irene’ (2000) gibi komedi filmlerle tanınan, 90’lı yıllarda ‘Altın Çağı’nı yaşamış bu tarz fimleri içinde barındıran bir komedi anlayışının temsilcileri sayılabilecek olan Farrelly Brothers’dan Peter Farrelly, bu kez solo olarak, kariyerinin içinde oldukça farklı sayılabilecek bir filme imza atıyor. Bunun da altından oldukça başarılı bir şekilde kalktığı söylenebilir.
Gerçek bir hikâyeden uyarlanan ‘Green Book’, İtalyan kökenli bir beyaz olan bar fedaisi Tony ‘Lip’ Vallelonga (Viggo Mortensen)’nın çalıştığı barın tadilata girmesi üzerine, Afro – Amerikalı ünlü müzisyen Dr. Don Shirley (Mahershala Ali)’nin çıkacağı uzun turnede şoförlük yapmayı kabul etmesiyle gelişen olayları konu alan bir yol filmi. Filmin de adı olan ‘Green Book’ aslında, ırkçılığın çok fazla hissedildiği 60’lı yılların Amerikası’nda ülkenin güneyine gitmek isteyen siyahlar için hazırlanmış, kalabilecekleri otellerin ve yol bilgilerinin olduğu bir seyahat rehberi. Bu rehber, yola çıkmadan önce Tony’e veriliyor ama asıl önemi o dönem Amerika’sında ırkçılığın fiziksel bir yansıması olarak işlevinin olması.

Geçimini zorlukla sürdüren Tony, kaba saba, sorunları halletmek için şiddete rahatlıkla yönelen, minik yalanlarla yerini sağlamlaştırabilen ama kolay yoldan para kazanabilecekken (mafyanın iş teklifi) bunu elinin tersiyle de iten temiz biri. Bir yandan da evine gelen siyah işçilerin içtiği bardağı çöpe atabilecek seviyede siyahilere karşı olumsuz fikirlere sahip. Siyahileri ikinci sınıf vatandaş olarak gören bir zihniyetin içinden çıkan Tony, Shirley’in yaşadığı yere gittiğinde kendisinin yaşadığından çok daha lüks bir hayat görüyor ve aslında öğrenilmiş olan bu fikirlerle yüzleşmek zorunda kalıyor.
Don Shirley ise, entelektüel birikimi oldukça sağlam, kibar ama sosyal olarak hayatla bağ kuramamış biri. Sadece üst tabaka beyaz kesim için olan davetlerde çalan, bir yandan yeteneği yüzünden el üstünde tutulan (!) ama iş beyazlarla birlikte aynı yerde yemek yemeye geldiğinde veya beyazların tuvaletini kullanmaya kalktığında, diğer siyahlarla aynı muameleyi gören, ‘Tam siyah değilim. Tam beyaz değilim. Tam erkek değilim. Peki, neyim ben?’ diyebilecek kadar da kimlik bunalımı içinde.

Filmin bu iki birbirinden zıt karakteri, yol boyunca kendi bakış açılarından birbirlerini değiştirmeye ya da en azından eğitmeye çalışıyor ve bu durum filmi hem eğlenceli kılarken hem de aslında neyin doğru neyin yanlış olduğunun üzerinden geçmiş oluyor. Shirley, Tony’in kaba davranışlarını, sürekli şiddete eğilimini her fırsatta düzeltmeye çalışırken, Tony ise onu belli kalıplardan çıkartarak daha sosyal, daha samimi birine dönüştürmeye çalışıyor ve bunu yaparken de belki de filmin en vurucu repliğini söylüyor; ‘Dünya ilk adımı atmakta güçlük çeken yalnız insanlarla dolu.’ Bu karşılıklı bilgi alışverişi sonunda her iki karaktere de fazlaca şey katıyor ve bakış açıları genişliyor. Hikâye akıp gittikçe ikili arasındaki iletişim güçleniyor ve aralarında sınıfsal mesafe de kısalıyor. Çünkü her ne kadar Shirley çok yetenekli bir müzisyen olsa da, üst tabaka beyazların zengin davetlerinde boy gösterse de aslında Tony gibi işçi sınıfına mensup ve hatta toplumda onda da aşağı bir seviyede olarak görülüyor.
Film sinematografik olarak da oldukça iyi, dikkatli bakıldığında her iki karakteri de hemen hemen her sahnede uyumlu bir şekilde giydirmişler. Açık ve yumuşak renkli giysileri gündüz veya ışığın çok iyi olduğu ortamlarda giyerlerken, daha koyu ve sert renkler daha çok gece sahnelerinde tercih edilmiş. Tüm bu uyumun da genel olarak hoş ve keyifli bir tat bıraktığı söylenebilir.
Tony’yi canlandıran Viggo Mortensen, hem fiziksel dönüşüm yaşaması hem de aksanlı konuşmasıyla kelimenin tam anlamıyla şov yapıyor, keza Mahershala Ali’de yine güzel bir oyunculuk çıkararak aldığı ‘En İyi Yardımcı Oyuncu Oscar’ını hakkediyor.
‘En İyi Film’ ve ‘En İyi Orijinal Senaryo Oscar’ını kazanan ‘Green Book’, konu bakımından klişe ve sonu tahmin edilebilir bir hikâyeye sahip olsa da, hiç sıkmadan izleten ve ırkçılık gibi ağır bir konuya rağmen yüzden tebessümü hiç eksik etmeyen sımsıcak, izlenmeye değer bir film.
PSİKESİNEMA MAYIS – HAZİRAN 2019
*Bu yazı Gözde Dikmen tarafından yazılmıştır ve izin almadan kullanılmamasını rica ederiz.
Comentários