ISLE of DOGS
- Gözde Dikmen
- 7 Oca 2021
- 3 dakikada okunur
(Dikkat spoiler/sürpriz bozan içerir.)
Çizgi dışı anlatımıyla, günümüz Amerikan Bağımsız Sineması’nda farklı bir yerde olan Wes Anderson, sinemanın olanaklarını olabildiğince kullanarak, yıllar içinde kendine özgü bir dil inşa etti. 2014 yapımı ‘The Grand Budapest Hotel’ filminden 4 yıl sonra çektiği, Akira Kurosawa’nın filmlerinden ilham aldığını söylediği, 2018 yapımı ‘Isle of Dogs’ ile, şahsına münhasır filmografisine, oldukça karakteristik ve politik olarak nitelendirilebilecek bir film eklemiş odu.
2018 Berlin Film Festivali’nin açılış filmi olan ve oldukça olumlu eleştiriler alan, senaryosunu Roman Coppola, Jason Schwartzman, Kunichi Nomura ile birlikte yazdığı‘Isle of Dogs’ ile Anderson, 2009 yapımı ‘Fantastic Mr.Fox’ dan 9 yıl sonra tekrar stop-motion’a geri dönüş yapmış oldu. Tamamı Londra’daki stüdyoda çekilen filmin yapımında yönetmen, toplamda 670 kişilik bir ekiple çalıştı.

Kendine has yaratmış olduğu dünyalarla, kendi masalsı hikayelerini yaşayan yönetmen, ‘Isle of Dogs’ ile stop-motion tekniğinde üst bir seviyeye ilerlemiş görünüyor. Anderson ekibiyle birlikte, kusursuz bir işçiliğin örneği olarak görülebilecek mekanı/karakterleri, en ince ayrıntılarına kadar tasarlamış ve inşa etmiş. ‘Ben bir Wes Anderson filmiyim!’ diye bağıran ‘Isle of Dogs’un, her karesi titizlikle işlenmiş ve stop-motion evren yaratmanın verdiği sonsuz fırsatı olabildiğince değerlendiren yönetmen, birçok karede belki ikinci veya üçüncü izleyişte fark edilebilecek detaylar koymayı ihmal etmemiş. Müzikleri Alexandere Desplat’a emanet edilen filmin, seslendirme kadrosu oldukça etkileyici, bir kısmı yönetmenin filmlerinde çokça rastlanan isimler: Bryan Cranston, Edward Norton, Bill Murray, Frances McDormand, Scarlett Johansson, Tilda Swinton, Harvey Keitel, Greta Gerwig, Jeff Goldblum, F. Murray Abraham, Yoko Ono, Liev Schreiber, Anjelica Huston.

‘Isle of Dogs’, Japonya’nın distopik bir geleceğinde, kurgusal şehri ‘Megasaki’ de (atom bombasının kurbanı Nagasaki’yle benzerliğe dikkat!) geçiyor. Film, şehrin diktatör valisi Kobayashi’nin önderliğinde, tüm köpeklerin ‘köpek gribi’ bahane edilerek, çöplerin atıldığı ‘Çöp Adası’na ölüme mahkum edilmesinden, valinin yeğeni Atari’nin, adaya ilk bırakılan köpeği Spots’u bulmak ve kurtarmak amacıyla adaya gitmesine, daha sonra Atari ve Spots önderliğinde tüm köpeklerin valiye isyanına kadar dayanan, hem eğlenceli hem dramatik bir öyküye sahip.
Anderson, hikayeyi anlatırken bir yandan fazlaca Japon kültüründen beslenirken, bir yandan da flashbacklerle temeli sağlamlaştırıyor. Köpeklerin İngilizce, Japonların ise kendi dilinde konuştuğu filmde yönetmen, Japonca konuşmaların bir kısmını seyirciye, hikaye içinde ‘simultane çeviri’ yöntemiyle aktarıyor, bir kısmını ise aktarmamayı tercih ediyor. Ama bu aktarmadığı kısımları karakterin yaptıklarıyla, beden diliyle o kadar güzel anlatıyor ki, çeviri olmaması hiç rahatsızlık vermiyor. Bu süreç içinde de seyirci, dilini anlayabildiği köpeklerle daha fazla özdeşleşiyor ki, yönetmenin de istediğinin bu olduğu aşikar. İnsanlara özgü duygu durumlarını, rol kesmeleri köpeklere veren Anderson, bu sayade özdeşleşmeyi daha da sağlamlaştırıyor.
Yönetmen, bu filmde hikayeyi, ‘Fantastic Mr.Fox’a kıyasla çok daha ileri boyuta taşıyor. Demokrasi ve tek adam rejimini köpekler üzerinden tartışan, protestocuları ‘dış mihrak’ olarak nitelendiren, kanun hükmünde kararnameler çıkaran bir diktatörü gözler önüne seren; Hitler Almanya’sına göndermelerden, hayvan haklarına, ırkçılığa, devrime, direnişe kadar, seyirciye günümüz dünyasından çokça tanıdık gelecek bir alegori sunuyor. Ve tüm bunları büyük bir ustalıkla hikayenin içine yedirmeyi de başarıyor.

Özet olarak, faşizmin kısa tarihini insanlar ve köpekler üzerinden yorumlayan ‘Isle of Dogs’, kusursuz olan görselliğiyle, yerinde mizahıyla, evrensel olarak sorunlu bir hale dönüşmüş ‘siyaset’ kavramına yaptığı göndermelerle, zamanın ruhunu taşıyan bir film olduğu söylenebilir.
(Ufak Bir Bilgi: Burada parantez açıp, İstanbul’un tarihinde kara bir leke olan, ‘Hayırsız Ada Katliamı’ndan da bahsetmek gerek. ‘Isle of Dogs’ her ne kadar fantastik kurgusuyla beyazperdeye aktarılan bir animasyon olsa da, Talat Paşa’nın Dahiliye Nazırı, Suphi Bey’in İstanbul Şehremini olduğu 1910’da, sokakların temizlenmesi adına köpeklerin toplanıp, Yassı Ada yakınındaki Sivri Ada/ Hayırsız Ada’ya sürgün edilmeleri sonucu 80 bin civarında köpeğin açlık ve susuzluktan öldüğünü biliyor muydunuz?)
PSİKESİNEMA EYLÜL – EKİM 2018
*Bu yazı Gözde Dikmen tarafından yazılmıştır ve izin almadan kullanılmamasını rica ederiz.
コメント