top of page

KALANDAR SOĞUĞU

  • Yazarın fotoğrafı: Gözde Dikmen
    Gözde Dikmen
  • 9 Eyl 2020
  • 5 dakikada okunur

VAROLUŞUN DÖRT MEVSİMİ

(Dikkat! Yazı spoiler/ süpriz bozan içerir.)

90 sonrası 'Türk Sineması'nda yaşanan değişimin temsilcilerinden Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğu, Derviş Zaim, Reha Erdem gibi yönetmenlerin izinden giden Mustafa Kara 2007 yapımı “Umut Adası”ndan sonra ilk adımlarını 2010 yılında attığı “Kalandar Soğuğu” ile insanın doğayla ilişkisi üzerinden bireyin evrendeki varoluş yolculuğunu aktarıyor.

ree

“Kalandar Soğuğu” sinemanın hala bir sanat dalı olduğunu, ülkemiz sinemasında da belirli isimler dışında, genç yönetmenlerin hala iyi işler çıkarabileceğini gösteren bir film olarak seyirciyle buluşuyor.


Senaryosunu Bilal Sert ile birlikte yazıyor Mustafa Kara. Filmin hazırlık aşaması yıllar sürerken, çekimleri 4 mevsime yayılarak yaklaşık 15 ayda bitiyor. Oldukça zorlu şartlarda çekimi süren filmin ekibi başta 16 kişiyle yola çıkıyor, çekimin sonlarına doğru 8 kişiye düşüyor fakat yılmıyorlar. Karadeniz’in bir köyünde büyüyen yönetmen, senaryoyu yazarken çocukluğunun geçtiği bu köyde maden arayan birinden ilham almış. Usta oyuncuların olmadığı ama büyük oyunculukların olduğu filmin başrollerini Haydar Şişman (Mehmet) ve Nuray Yeşilaraz (Hanife) paylaşıyor. Filmin oyuncu seçimleri için aylarca köy köy dolaştıklarını söylüyor Mustafa Kara. Oyuncuları seçerken, hem psikolojik hem de fiziksel olarak zorlu şartlara uyum sağlayacak insanlar arasından seçmeye çalışmışlar. Mehmet karakterini oynayan Haydar Şişman, aslında bir öğretmen ve ressam, sergilediği oyunculuk ile rolünün hakkından ustalıkla geliyor. Hanife rolünü oynayan Nuray Yeşilaraz, Trabzon’da yaşayan, daha önce oyunculuk eğitimi almış bir hemşire ve o da filmde harika bir performans sergiliyor. İkisinin de ilk sinema filmi olması, sergiledikleri oyunculuklar ve aldıkları ödüller göz önüne alındığında oldukça şaşırtıcı ve etkileyici.


MASALSI FİLM

Türkiye de 2016 Eylül ayında gösterime giren, Dünya Prömiyeri’ni ise 2015 Kasım ayında Tokyo’da yapan “Kalandar Soğuğu”, 28.Tokyo Film Festivali’nde “En İyi Yönetmen” ve “Wowow En İyi Film Ödülü”nün sahibi oldu. Kara’ya ödülünü veren Yönetmen Tran Anh Hung, “Filmin atmosferinden büyülendim, son yıllarda böyle filmler göremiyorum. Filmin karakteri ve onun ruh dünyası büyüleyici bir dille anlatılmış. Filmin gerçekliği öylesine güçlü ki bazen bir film izlediğinizi unutuyorsunuz. Mustafa Kara’yı kutluyorum.” diye konuşmuştu.

ree

Fransa’nın Cannes’dan sonraki en büyük, en önemli festivali olan Primiers Plans D’angers’de ise “Jüri Özel Ödülü”nün sahibi oldu. Jüri Başkanı ödülü Mustafa Kara’ya verirken “Pek çok sahnesiyle yıllarca aklımızdan çıkmayacak bu masalsı film, jüri üyelerini derinden etkiledi.” yorumunu yaptı. Bu festivalde, Nuri Bilge Ceylan’ın Mayıs Sıkıntısı filminden on beş yıl sonra ödül alan ilk film “Kalandar Soğuğu” oldu.


52. Antalya Film Festivali’nde Uluslararası Yarışmada “En İyi Erkek Oyuncu” ve “En İyi Müzik” ödülü, ulusal yarışmada “En İyi Kadın Oyuncu” ve “Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü”nü kucakladı.


35. İstanbul Film Festivali’nde ise “En İyi Yönetmen”, “En İyi Erkek Oyuncu”, “En İyi Kurgu” ve “En İyi Görüntü Yönetmeni” ödüllerinin sahibi oldu.


HAYALLERİN PEŞİNDEN

Ödüle doymayan ‘Kalandar Soğuğu’ zaman tarif etmese de, Karadeniz’in yüksek bir bölgesinde geçiyor. Biri Down Sendromlu iki oğlu, eşi ve yaşlı annesiyle bu yüksek bölgede, tek odalı küçük bir evde yaşayan Mehmet’in üzerinden akıyor hikaye. Film, içeriğinden çok hikayeyi anlatma biçimi, estetiği ve gerçekçiliğiyle ön plana çıkıyor.


Eve ekmek getirmekle ve ailesine bakmakla yükümlü ve bir çok yere boçlu olan Mehmet, toplumun ve ailesinin kendisine dayattığı bu sorumluluğun dışına çıkarak, gereken parayı değerli maden aramakla sağlamaya çalışıyor. Çevresindeki tüm söylenenlere karşı hayallerinin peşinden gitse de aradığı madeni bir türlü bulamıyor ve daha da borçlanıyor. Ağıldaki hayvanlarla ve evin tüm işleriyle ilgilenen Hanife’nin söylenmelerine karşı bu tutkusundan uzun süre vazgeçmiyor.


Maden arayışı hem kendisini, hem de çevresini daha da tanımasına neden oluyor Mehmet’in. Onu maden aramaya iten sebep her ne kadar maddi sıkıntılar gibi görünse de, aslında kendini ispatlama çabası olduğu görülüyor. Dağların en uzak ve ulaşılması zor yerlerindeki maden arayışı ‘Kalandar Soğuğu’nun erken gelmesiyle kesintiye uğruyor. Kar her yeri kaplıyor ve maden araması imkansız hale geliyor Mehmet’in. Ailesinin, maden ocağına gidip çalışması konusunda ikna etme çabaları sırasında Mehmet başka bir yola yöneliyor ve Artvin’deki Boğa Güreşlerinde kendi boğasını dövüştürmeye karar veriyor.

ree

“Kalandar Soğuğu” sıradan bir hayatta kalma, bir yaşam mücadelesi görünse de filmin arka planında duran temalar oldukça güçlü. İnsan, doğa ve hayvan arasındaki ilişki naif ve güçlü bir şekilde işlenmiş ve bu seyircide oldukça güçlü bir etki bırakıyor. Bu güçlü etki, Mehmet’in ruhen ve bedenen verdiği sınavı seyirciyle paylaşmasına neden oluyor.


Filmin gerçekliği o kadar iyi veriliyor ki, belirli yerlerde bir film değil de sanki belgesel seyrediyormuş hissi uyanıyor seyircide. Doğa koşulları, hayvanların yaşayışı, karakterlerin konuşmaları, hareketleri, mevsimlerin etkisi gibi pek çok gerçeklik, katı ve taviz vermeyen bir bakışla taklit ediliyor. Yönetmen, gerçek mekanları, oyuncu olmayan Karedeniz’in gerçek insanlarını, doğanın gerçek seslerini yani aslında belgesel sinemasının malzemelerini kullanıyor. Bitki örtüsünden, mevsimlere kadar, hayvanlardan insanlara kadar yaşanan tüm değişimler ustalıkla seyirciye yansıtılıyor. Ama asla seyirciyi gözlemci pozisyonundan da çıkarmıyor.


VAROLUŞ MÜCADELESİ

Mehmet aslında varoluşsal çaba içinde, bir nevi erkeklik sancısı çekiyor. Onun varoluşsal çabası aslında toplumun, ailesinin isteğinin dışına çıkarak, kendi benliğinin ona söylediği şeyi yapmasıdır. Fakat bu iki durumu ayıran çizginin çok ince olması, Mehmet’in aslında sorumsuz biri olarak görünmesine de yol açıyor. Mehmet gerçekten sorumsuz biri mi? Bu soruya verilecek cevabın ucu açık seyirci için. O asla tembel biri değil, gerektiği zaman nasıl çalıştığını gösteriyor ama herkesin arzusunu yerine getirmek adına madende çalışmaya yanaşmadığı için de sorumluluklarını yerine getirememe bunalımına giriyor.


Mehmet borçlarını kapatıp ailesine daha iyi bir hayat sunmak için dağlarda günlerini gecelerini geçiriyor, bu yüzden sabah akşam boğasını çalıştırıyor ama zaman geçtikçe, paranın gelmediği günler artıkça, borçların fazlalaşması herkesin gözünü korkutuyor.


Mehmet ve ailesine eşlik ettiğimiz bu bir senelik zaman diliminde, Hanife isyanını, korkusuzca sesini yükselterek gösteriyor. Deli gibi çalışıp, elde avuçta hiçbir şey olmamasına isyan ediyor kadın, çünkü erkeğin aynı zamanda boşa kürek çekişinin de tanığıdır o. Hanife mantığın sesi oluyor Mehmet için. Onun azminin, erkek olsa gidip madende çalışabilecek kadar büyük bir azim olduğunu gösteriyor yönetmen seyirciye. “Kalandar Soğuğu” kadın - erkek ikiliğini, erkeği kadından üstün göstermeye çalışmadan yerli yerinde anlatıyor. Mehmet’in içten içe tükendiğini her sahnede biraz daha anlıyor seyirci. Hanife ile birlikte ağladıkları sahne ile iki karakter uzun zamandan beri ilk kez birbirini anlamaya başlıyor ve bu duygusal yoğunluk seyirciye de aynı oranda anlama sağlıyor.


“Kalandar Soğuğu” insanın doğa ile mücadelesini varoluşsal unsurlar da ekleyerek, üzeri asfaltla da kaplansa, paranın gölgesi hep olsa da, asla bitmeyeceğini/ bitemeyeceğini de gösteriyor. Mehmet tüm film boyunca kaybeden iken, yıkımlara rağmen ayakta kalan doğa, ona yeni kapılar açmaktan da asla geri durmuyor.


İki tane rüya sekansı barındırıyor film ve bu rüya sahneleri seyircinin filmin belgesel havasından çıkmasına neden olsa da, rahatsız edici bir duruma dönüşmüyor. İkinci rüya sekansı olan, boğanın eve girip yıktığı sahnenin tamamen tesadüf olduğunu söylüyor yönetmen. Başka bir sahneyi çekerken boğanın fırlayıp evin içine girmesi sonucu, oldukça etkileyici olan bu görüntüler ortaya çıkıyor ve rüya sahnesi olarak kullanmaya karar veriyor Kara.

ree

Filmin belki de tek eksi yanı fazlaca uzun olması, bazı sahneler sanki bir önceki sahnenin tekrarı niteliğinde duruyor. Bu tekrarlar ve uzunluk belirli ölçüde seyircinin filmden kopmasına da sebebiyet veriyor.


“Kalandar Soğuğu” sinematografik açıdan oldukça üs bir seviyede duruyor, gerçekçilik seviyesini arttıran da işte tam da bu oluyor. Uzunca süre düşünüldüğü belli olan kareler, bir tabloyu andırıyor ve seyircide filmin yarattığı haz oldukça yükseliyor. Filmi bu kadar etkileyici kılan - uzun sürmesine ve belirli sahne tekrarlarına rağmen - seyirciye pastoral bir şiirin görsel halini izliyormuş etkisi yaratan, insan – doğa arasındaki ilişkiyi oldukça çarpıcı bir biçimde yansıtan ve içinde büyük bir emeğin olduğu anlaşılan bu kompozisyonlar oluşturuyor. Eşsiz doğasıyla ve madeniyle, tam da işte Karadeniz bu dedirtecek sahneler ortaya çıkıyor.


Tamamen dört mevsim filmi ‘Kalandar Soğuğu’, zaten de dört mevsimde çekiliyor. Her mevsim, etrafın nasıl değiştiğini, güreşlerde dövüştürülen boğanın değişimini, yağmur sonrasında ortaya çıkan salyangozların eşsiz görüntüsünü, birden bastıran kar ve soğuğu an be an izliyor seyirci. Doğanın da insan gibi nasıl değiştiğini ve adeta nefes alıp verdiğini gözlemlemek filmi oldukça gerçekçi kılmanın yanı sıra masalsı bir hava da katıyor.


KENDİNİ GERÇELEŞTİRME

Filmin finalinde yağmur, düştüğü çukurda boğa için belki bir sonken, Mehmet için yeni bir başlangıcın, yeni bir umudun kapısı oluyor. Doğanın tüm saflığını içinde taşıyan çocuk bu yeni başlangıcın habercisi oluyor. Film, ilk kez bu kadar gerçeklikten uzaklaşıyor ama umut dolu rüya atmosferinin doruk noktası oluyor. Bu bir mucize değil, bir nevi kendini gerçekleştirme anı olarak yansıyor. Fakat yönetmen, seyircinin dolayısıyla da Mehmet’in bu rüya atmosferinde fazla kalmasını engelliyor ve gerçekliğe karakterin yüz ifadesiyle geri dönüyor.


“Kalandar Soğuğu” her karesiyle varlığını hissettiren oksijeni, daha da derinden solumaya duyulan özlemi, seyircide en üst seviyeye çıkarırken; insana, kültüre, yaşam mücadelesine, varoluşa dair düşünmeye yönelten, oldukça etkileyici bir yapıma dönüşüyor. Minimalist festival film klişesinin ötesine geçerek, gerçeklikle kurduğu ilişki ve karakterlerin yaşadığı değişimin çerçevesinde Türk Sineması’ndaki çıtayı yükselterek sağlam bir yer ediniyor.


PSİKESİNEMA KASIM – ARALIK 2016


*Bu yazı Gözde Dikmen tarafından yazılmıştır ve izin almadan kullanılmamasını rica ederiz.

Yorumlar


© 2020 by Yalın Sinema

bottom of page