top of page

PERSONAL SHOPPER

  • Yazarın fotoğrafı: Gözde Dikmen
    Gözde Dikmen
  • 18 Eyl 2020
  • 3 dakikada okunur

(Dikkat spoiler/sürpriz bozan içerir.)

2014 yılında ‘Clouds of Sils Maria’ filmi ile filmografisinin en iyi filmine imza atan Fransız yönetmen Olivier Assayas, son yıllarda adından çokça söz ettiren yönetmenler arasında duruyor. Her geçen gün genişleyen filmografisi ve olgunlaşan sinema diliyle beğeni toplamaya devam ediyor.


Assayas, 69.Cannes Film Festivali’nde kariyerinin en riskli ve en tuhaf filmi olan ‘Personal Shopper’ ile yarıştı. İlk gösteriminde yuhalandı, ikinci gösteriminde 4 dakika boyunca ayakta alkışlandı. Film, bu sıra dışı ünlenmesiyle seyircileri ikiye böldü; ya çok sevilen ya çok nefret edilen bir film haline geldi. Buna rağmen bu filmle Cannes’da ‘En İyi Yönetmen’ ödülünü de aldı.

Bugüne kadar Cannes’da yuhalanan bir çok iyi, hatta başyapıt olan filmlerin (L’Avventura, Taxi Driver, Twin Peaks: Fire Walk With Me, The Tree of Life…vb) yapısına genel olarak baktığımızda, izleyicinin somut cevaplar bekleyip bulamadığı, ilk izleyiş sonrası kafalarının karıştığı ve öneminin/ kıymetinin üzerinde düşündükçe, okuma yaptıkça arttığı filmler olduğu görülüyor. ‘Personal Shopper’ tam da bu kategoriye girecek filmler arasında. Sevenlerde, nefret edenler de filmin ‘tuhaf’ olduğu konusunda hemfikir.


Senaryosunu da Assayas’ın yazdığı filmin başrolüne, ondan ilham aldığını söylediği ve ‘Clouds of Sils Maria’ filminde de birlikte çalıştığı Kristen Stewart’ı koymuş.


BEKLEYİŞ…

Ülkemizde ‘Hayalet Hikayesi’ adıyla vizyona giren ‘Personal Shopper’ (Türkçeye tam olarak çevrilemese de aşağı yukarı ‘Alışveriş Danışmanı’ anlamında), içinde biri görünürde, bir alt metinde olmak üzere iki hayalet hikayesi barındırıyor. Filmin seyircinin de gözle görebileceği kısmında gerçekten bir hayalet hikayesi var. Medyum olan Maureen (Kristen Stewart), kalp krizi geçirerek ölen kendisi gibi medyum olan ikiz kardeşi Lewis’in yasını tutarken, bir yandan birbirlerine verdikleri söz üzerinden (içlerinden hangisi önce ölürse gittiği dünyadan bu dünyaya bir işaret gönderecek) bekleyişe geçiyor.

‘Personal Shopper’daki bu hayalet gerilimi, türün az rastlanır bir özelliği olarak içinde realizm barındırıyor, zira hayalet efekti oldukça basit ve perdede görünmekle görünmemek arasında kaldığı ince çizginin yarattığı tedirginlik, seyircinin yaşayacağı tuhaf bir hisse dönüşüyor.


Filmdeki bu ‘gerçek’ hayalet hikayesinin yanında ki diğer hayalet hikayesi Maureen üzerine kurulu. Maureen, oldukça ünlü ve meşgul bir modelin alışveriş danışmanlığını yapıyor. Sesli ve yazılı notlar aracılığıyla iletişime geçiyorlar, onun adına her gün pahalı kıyafetler alıyor ama kıyafetleri bile giydiğini Google'da baktığı görseller üzerinden görüyor. Tek bir sahne dışında hiç yüz yüze gelmiyorlar, o sahnede de modelin telefonla konuşması yüzünden iletişime geçemiyorlar. Akşam ise kardeşinin hayaletini bekliyor. Birinci sınıfta yolculuk etmesine rağmen, yolculuğun tadını çıkarmıyor, trenin kapısına geldiğinin bile farkında değil, pahalı bekleme salonunda etrafına bakmıyor bile, karton bardakta kahve almakla yetiniyor, onu da tam içmiyor. Buzdolabından çıkardığı birayı açıp tezgahın üstünde unutuyor, önüne konan kahveyi unutup mandalina soyuyor, soyarken onuda bırakıp yine unutuyor. Maddeye dokunuyor, kirletiyor, onu tekrar kullanılmaz hale getiriyor, bir nevi tüketiyor aslında. Etrafında olan bitenleri görmüyor, hiçbir şeyin tadını çıkarmıyor, kalabalığın arasında sadece telefonuna bakmakla yetiniyor. Umman’da çalışan sevgiliyle Skype üzerinden konuşuyor, aldığı kıyafetleri patronu yasakladığı için giyemiyor, ‘temassızlık’ üzerine iletişim şekilleri kuruyor. Yani aslında yaşamıyor. Maureen’a film boyunca ne yaptığı sorulduğunda verdiği cevap hep aynı ‘bekliyorum’. Tüm yaptığı şey sadece ‘beklemek’, tıpkı bir arafta, etrafta gezen bir hayalet aslında.

YOKSA SADECE BEN MİYİM?...

Maureen, filmin sonunda doğudaki egzotik topraklara gittiğinde, yönetmenin bu egzotiklik üzerinden spiritüal bir gol atacağı beklense de, oldukça sağlam materyalist bir final sunuyor. Duyduğu sesler üzerine ‘Lewis sen misin?’ sorusuna aldığı cevaptan tatmin olamayan Maureen, asıl soruyu sorar ‘Yoksa sadece ben miyim?’. Ve bu soru, filmin başından beri kırıntılarını gördüğümüz, kapitalist düzen içinde insanın kendine ve topluma yabancılaşma, adeta bir hayalete dönüşme durumunun da cevabı oluyor.


Film, iki hayalet hikayesine bir olarak bakıldığında kapitalizmin hayaletleştirdiği, tüketime bağımlı insanlar üzerinden aslında oldukça derin bir toplum eleştirisi barındırıyor. Bunu yaparken de Kristen Stewart’ın doğal, çıplaklık açısından cesur, her daim acı içinde hissettiren hüzünlü ifadesinin yanında, yaydığı aurasıyla, güzel performansından oldukça güç aldığı kesin.


‘Personal Shopper’, materyalizm ve spiritüalizmi tuhaf bir atmosferde bir araya getiren, genel izleyiciye hitap etmeyecek kadar deneysel, seyredenleri ikiye bölecek kadar benzersiz deneyimler sunan bir hayalet hikayesi.


PSİKESİNEMA EYLÜL – EKİM 2017


*Bu yazı Gözde Dikmen tarafından yazılmıştır ve izin almadan kullanılmamasını rica ederiz.

תגובות


© 2020 by Yalın Sinema

bottom of page