THE RETURN – VOZVRASHCHENIE (Dönüş)
- Gözde Dikmen
- 16 Oca 2021
- 3 dakikada okunur
Moskova ve St.Petersburg’dan sonraki en kalabalık şehir olan Novosibirsk’de doğup büyüyen, Moskova’da oyunculuk eğitimi alan, 14 yıllık oyunculuk tecrübesinin ardından kamera arkasına geçmeye karar veren ve ilk filmi ‘The Return – Vozvrashchenie (Dönüş)’ ile bir anda dünya çapında üne kavuşan, Tarkovsky’nin şiirsel sinemasının izlerini taşıdığı için ‘Tarkovsky’nin Varisi’ ilan edilen bir yönetmen Andrey Zvyagintsev.
Zvyagintsev filmlerinde, aile teması başta olmak üzere, iletişimsizlik ve sevgisizlik yaşayan ikili ilişkileri, gündelik yaşantıyı, toplumdaki farklı katmanlar arasındaki dini – politik - kültürel olayları sıklıkla ortaya koyar. Bunu yaparken de, doğadan, sessizlikten, durgunluktan beslenir.
Yönetmenin bomba etkisiyle sinema dünyasına girdiği ilk filmi ‘The Return – Vozvrashchenie (Dönüş)’, o yıl ‘Venedik Film Festivali’nde ‘Altın Aslan’ olmak üzere toplamda 31 ödüle layık görüldü. Yönetmen, filmi, yıllar önce terk ettiği ailesinin karşısına çıkan bir babanın, iki çocuğuyla birlikte çıktıları yolculuğu, psikolojik yönünü kuvvetli tutarak, görsel açıdan büyüleyici bir sinema şölenine dönüştürüyor.

BİR DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM SÜRECİ…
12 yaşındayken babası ortadan kaybolan AndreyZvyagintsev, otobiyografik olarak da okunabilecek filmini, Andrey ve Ivan’ın babalarıyla karşılaşmalarından önce başlatır. Bu kısa zaman dilimi içinde iki kardeşin karakterleri hakkında seyirciye oldukça fazla şey verir. Bundan sonra babalarıyla karşılaşmaları, onunla vakit geçirmeleri ve onu tekrar kaybetmeleri süreci, aslında bir değişim ve dönüşüm sürecidir. Çocukların baba ile ilk karşılaşmaları üzerinden verilen dini simgeler, onun Tanrı/ İsa konumuna sokulduğunun bir göstergesidir. Babanın yatakta uyurken ki görüntüsü, 1400’lerde yaşamış İtalyan Rönesans ressamı Andrea Mantegna’nın, 1490 yılında resmettiği en meşhur eseri ‘Lamentation over The Dead Christ (Ölü Mesih’in Ardından Ağıt)’ın neredeyse bire bir yansımasıyken, babanın da içinde bulunduğu mutlu aile fotoğrafı, dini betimlemelerle dolu bir kitabın sayfaları arasındadır. Tüm ailenin birlikte yemek yeyip, şarap içtikleri sahne ise ‘İsa’nın Son Akşam Yemeği’nin bir türevi niteliğindedir.

Yönetmen, babanın en başta neden evi terk ettiği, uzakta ne yaptığı, yıllar sonra bir anda neden ortaya çıktığı, çocuklarıyla gerçekten vakit geçirmek için mi yoksa başka bir amaç uğruna mı geziye çıktığı, telefonda kiminle görüştüğü, çıkardığı kutuda ne olduğu gibi sorulara asla yanıt vermiyor. Zaten Zvyagintsev’in de böyle bir kaygısı olmadığı aşikar, filmi daha çok, baba, çocuk, kavramları üzerinden ilerletiyor. Bu bağlamda bakılacak olursa da, filmin süresi içinde merak edilen bu sorular, sona geldiğinde önemini yitirmiş oluyor.
Biri kayıtsız şartsız otorite aşığıyken, diğeri, karşındaki otoritede bile olsa gerçekleri öğrenmeden boyun eğmeyen bu iki kardeş, şok edici son karışında dönüşümü yaşarlarken, süre gelen tüm çatışmaların ve gerilimlerin ardından, kayığın suya batma sahnesinde ise sadece çocukturlar.
BÜYÜMENİN GÖSTERGESİ ve SEVGİ HAYKIRIŞI…
Son sözü ‘oğlum’ olan bir babanın ardından Andrey’in ses tonundan, hareketlerine kadar olan değişimi, otorite seven birinin, otorite olmasının ve büyümesinin göstergesidir. Tüm film boyunca ‘Baba’ demeyi reddeden Ivan’ın, ‘Baba!’ diye haykırışı, takındığı sert tavrı bir kenara bırakan bir çocuğun ‘sevgi’ haykırışıdır.

Filmdeki, tüm bu etkinin başarılı bir şekilde aktarılmasında, kuşkusuz ki yönetmenin büyük payı olduğu kadar, iki küçük oyuncunun da katkısı tartışılmaz. Ivan karakterini canlandıran Ivan Dobronravov ilk oyunculuk tecrübesini bu filmle deneyimledi ve ‘Gijon Uluslararası Film Festivali’nde en iyi aktör ödülünü aldı. Andrey karakterini canlandıran Vlademir Garin’nin de ilk ve ne yazık ki son oyunculuk tecrübesi de bu film oldu. (Vlademir Garin, filmin ilk gösteriminden bir gün önce, en baştaki sahnede görülen suya atladıkları kuleden eğlence için atlamış ve boğularak hayatını kaybetmiştir) Yine Garin’de ‘Gijon Uluslararası Film Festivali’nde en iyi aktör ödülünü aldı.
Her bir karesi fotoğraf niteliğinde olan, güçlü sinematografisi, muhteşem oyunculuklarıyla, üzerinde uzun süre konuşulabilecek bir film olan ‘The Return – Vozvrashchenie (Dönüş)’, seyretmeyenlerin fazlasıyla şey kaçıracağı muhteşem bir seyirlik.
*Bu yazı Gözde Dikmen tarafından yazılmıştır ve izin almadan kullanılmamasını rica ederiz.
Comments